Prof. Semavi Eyice Bryas sarayı ile ilgili incelemesinde Maltepe yöresinin Bizans döneminde önemli bir yerleşim alanı olduğunu şöyle açıklar:
“Suadiye’den itibaren Maltepe’ye kadar birçok eski kalıntılara rastlanan yerin sıralandığına işaret edebiliriz. Nitekim yakın tarihlerde Suadiye civarında bir Bizans kilisesi (belki de manastırı) harabesi bulunduktan başka, bugünkü Bostancı’nın muhtelif yelerinde de Bizans devri hatıralarına raslamak mümkündür. (…) Bostancı’dan sonra ise Çamlık burnu ile Mezbaha arasında yine birtakım Bizans devri duvarları vardır ki, bunlardan mezbaha yakınında olan kalın bir parça deniz kıyısında hala görülmektedir. Nihayet daha ileride, yine sahilde Küçük Drakos tepesine gelmeden önemlice bir iskan yerine daha rastlanmıştır. 1949’da tesadüfen ortaya çıkan sonra yine kaybolan bu yerde birçok duvarlardan başka hayli işlenmiş parçalar ve bilhassa hayret verici derecede bol seramik bulunmuştur. Bizans devrine ait parçaların arasında daha önceki devrin seramiklerinin de rastladığı bu yerde o vakit bir de basit Bizans mezartaşı görmüştük ki, bu da o yerde Bizans devrinde oturulduğunu gösterir.” (Bryas Sarayı, TTK Belleten, c.XXTTT, 1959)
Nitekim yalnız Prof. Semavi Eyice’nin belirttiği yerlerde değil, eski Maltepe’yle bugün Maltepe bölgesinin sınırları içinde bulunan çeşitli yerlerde de geçmişte ayazma, masnastır, kilise gibi tarihsel yapıların bulunduğu bilinmektedir.
Maltepe’nin 1900-1923 yılları arasındaki durumundan söz ederken uzunca bir bölüm aktardığımız Şayestekadmefendi İlkokulu’yla ilgili broşürde anılan iki kilise bugün mevcut değildir. Bunlardan Maltepe kilisesi adıyla anılan, bölgemizin yaşlılarından, Kazım Çakır ile eski belediye başkanlarından Selami Oğuz’un verdiği bilgiye göre bugünkü Feyzullah Efendi camiinin yerinde bulunmaktaydı. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nde de Maltepe kilisesinin 1925’te Bakanlar Kurulu kararıyla camiye çevrildiği ve Cumhuriyet camii adı verildiği belirtilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında yedi yıl süreyle askeri depo olarak kullanılan yapı 1947’de boşaltılıp yeniden ibadete açılmış, daha sonra yıktırılarak yerine bugünkü Feyzullah Efendi camii yaptırılmıştır. Yine Kazım Çakır ikinci kilisenin bugünkü Havuzlu Park’m orada bulunduğunu, yakınında da bir ayazma olduğunu söylemektedir. Kaynaklarda bu ayazmanın adı Aya Paraskevi olarak geçer. Anlaşıldığı kadarıyla kiliseden çok eski bir manastır binasıdır.
Eldeki bilgiler Maltepe’nin genelde bir ayazmalar bölgesi olduğunu göstermektedir. Ayazma Ortodokslarca kutsal sayılan su kaynağı demektir. Maltepe ve çevresinde menba sularının bolluğu manastırlarla birlikte bir ayazmalar zincirinin de oluşmasına yol açmıştır. Nitekim Süreyya Paşa, Narlı Çiftliği’nde inşaata başladığında ortaya çıkan bir ayazma konusunda şu bilgiyi vermektedir:
“Köşkümüzün yanı başında kayanın altından çıkan gayet iyi bir menba suyu vardır. Rumların tavsiyesi üzerine bu suyun üzerine bir ayazma yaptırttım, yani taht-ı muhafazaya aldım. Kırk sene evvel inşaata başlarken bir duvar karşıma çıktı. Bu duvarı temizlettim, önünü açtım. Bir manastır harabesi idi. Meğer burası paskalyanın kırkıncı gününe mahsus bir Analipsiz ayazması imiş, her sene Rumlar gelip burada panayır yapıyorlar ve laternalar çalıyorlar, hora tepiyorlardı beş altı yüz kişi toplanıyordu. Bir papaz da geliyordu. Akşam üzeri dağılacakları sırada Sultan Hamide dua ediyorlar ondan sonra bizim için de zito Süreyya Paşa diye bagırıyorlardı.” (Teşebbüslerim ve Reisliklerim,s.215,1949)
Aynı yörede, ilerde sözünü edeceğimiz Başıbüyük’teki Daver Baba tekkesinin yakınında ve Büyükbakkalköy’de de ayazmalar bulunmaktadır.(Büyükbakkalköy’deki kilise ve tarihsel buluntular hakkında mahalleler bölümünde bilgi verilmiştir.)
Orhantepe-Dragos’ta bulunan kalıntılar ise geçmişte burada bir manastırla ayazma’nm bulunduğunu göstermektedir. C. Germiyanoglu, Maltepe-Orhantepe üzerine yazdığı bir yazıda bu bölgede arkeolog Nezihi Fıratlı ile bir araştırma yaptıklarını belirtikten sonra şunları söyler: “Gördüğümüz en mühim şey, Orhantepe eteğinden itibaren dogu-güneye doğru uzayan düzlükte kıyıya 100 metre, tepenin zirvesinden dogu-güneye doğru kuş uçuşu bir kilometre kadar mesafede, 1:25.000 mikyaslı haritada harabe işareti ile gösterilen yerdeki enkazdır. Burası halen Tekel idaresinin barut deposu ittihaz ettiği yerin hemen yakınındadır. Bu enkaz arasında görülen taşlar ve harçlar, mühimce bir bizans eserinin mevcudiyetine, şüphe götürmez_bir surette delalet etmektedir. Bu harebeye ait olması çok muhtemel olan iki kemer altı başlığı ve birkaç sütun parçasına da deniz kıyısında harabenin biraz doğusunda ve çok yakınında bulunan gene Tekel idaresine ait bir barakanın yakınında gördük. Fakat bu parçalarda Arabesk stilini andıran bir hususiyet sezemedik.” (Akşam gazetesi 20 Nisan 1950)
Bryas Sarayı: Küçükyalı Çınar mahallesinde İş bankasının evlerinin ardındaki alanda bugün de görülebilen harabenin Satyrion manastırı olduğunu öne süren Batılı araştırmacıların görüşlerini çürüten Prof.Semavi Eyice, bu kalıntıların Bryas sarayına ait olduğu görüşündedir. Daha önce de andığımız inceleme-araştırmasında Bryas sarayı üzerine şu bilgileri verir:
“Bostancı’nın az ilerisinde bugün Küçükyalı olarak bilinen ve ancak son 10-15 yıl içinde iskan edilen mevkide, eski Bağdat caddesinin güzergahına işaret eden bir namazgah vardır. İki büyük çınarı ve kıble taşı duran eski çeşme ise son 15 yıl içinde tamamen yenilenmiş ve yakın zamana gelinceye kadar su yalağı vazifesini gören Bizans lahdinden anlaşıldığına göre, eski Bizans devşirme parçalarından yapılmış olan esas çeşme battal edilerek Akduman Pınarı adındaki yeni çeşme yapılmıştır. Namazgahın gerisinde ve az ileride Bağdat caddesinin sol tarafında adeta bir tumulus, yığma tepe gibi yükselen bir arazi çıkıntısı vardır ki, araştırmamızın esasını teşkil eden yer burasıdır.
“Caddeden bakıldığında muntazam bir tepe manzarası gösteren bu tümseğin ortası büyük bir çukur halinde olup, burası örtüsü çökmüş olan dikdörtgen biçimindeki bir sarnıçtır. (…) Bugünkü menfezin bulunduğu cephe duvarının halen görülen sarnıca inhisar etmeyip iki yanda da bu sarnıç genişliği kadar hatta daha da fazla uzanması ayrıca bu duvarın önünde ve iki uçlarda bazı duvar kalıntılarına rastlanması, binanın oldukça geniş bir sahaya yayıldığını açıkça gösterir. (…) Bina ekseri Bizans yapıları gibi taş ve tuğla dizileri halinde yapılmıştır. Kullanılan tuğlalar oldukça kalın olup, 4-5 cm. arasında değişir. Harç kalınlığı ise 5-6 cm. kadardır. (…) Batı tarafında uzanan oldukça geniş bir avlu veya bahçeyi takip eden bina, dikdörtgen biçiminde uzun bir salon ile onu takip eden ortası kubbeli ve etrafı çepeçevre dehlizli bir mekandan ibarettir. (…) Dikdörtgen biçimindeki uzun salonun iç duvarlarında görülen içi iri tuğla kırıklı pembe kalın horasan tabakası burasının bir müddet su sarnıcı olarak kullanıldığını gösterir.
“Bizans devrinde Boğaziçi’nin aksine olarak büyük bir revaç gördüğü anlaşılan Anadolu yakası varoşlarında Marmara kıyısında bir takım köşk ve sarayların sıralandıkları bilinmektedir. Bunların arasında Bryas önemli bir yer tutar. Bryas sarayının yapılışına Tiberios III (578-582) ve Maurikos (582-602) devirlerine 582 tarihine çıkaran Patria müelliflerinin ifadesinin doğru olamayacağı anlaşılmıştır. Bu tarihlerde belki Bryas mevkiinde ufak ve ehenmiyetsiz bir köşk yapılmış olması tamamen ihtimal dışı olmamakla beraber Bryas’m önem kazanması ancak IX. yüzyıldadır. Resimkıran (İkonoklast) İmparatorların sonuncusu olan ve tarihe değerli bir idareci olarak geçen Theophilos (829-842) zamanında Bryas’m birdenbire parlandığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Theophilos Araplar ile yaptığı devamlı savaşlar arasında 832’ye doğru Bağdat’a Abbasi halifesi Me’mun (813-833) nezdine elçi olarak hocası Synkellos İoannes Grammatikos’u göndermişti. Dönüşünde İstanbul Patriği olan ve bu makamı 842’ye kadar muhafaza eden bu elçi Bizans’a”döndüğünde Bağdat sarayını o derece meth etmiştir ki, hayran kalan imparator, Abbasi saraylarının resimlerini getirterek derhal Patrikos adında ki bir şahsa , Bryas mevkiinde böyle bir saray yaptırtmıştır. Bu sarayın inşasında yakınındaki ilkçağdan kalma bir Satyr tapnağının enkazının kullanıldığının da kaynaklar tarafından haber verilmesi, bu sarayın yarım asır sonra yapılan Satyrion manastırından pek uzak bir yerde olmadığını gösterir. Theophilos’un bu sarayında Panagia yani Meryem adına büyük bir salondan başka orta sahnı Hagios Mikhael ile Azize Şehidlere ithaf edilmiş üç sahınlı bir kilise de vardı. İmparator, sarayının etrafına bahçeler yaptırmış ve civardan su yolları ile bu saraya sular getirtmişti. Kaynaklara göre ‘İstanbul’da eşsiz olan’ bu sarayda oturtmayı tercih eden Theophilos’un ölümünden sonra bu sarayın ne olduğu malum değildir. Fakat bir müddet daha kullanıldığına ihtimal verilebilir.”